24 Ağustos 2018 Cuma

CAMBAZA BAK


Cambaza bak taktiğini bilir misiniz?
Eskiden her türlü şenlikte ve eğlencede cambazlar gösteri yaparmış. Bu şenlikler bu cambazı seyreden avanakların ceplerini boşaltmak için yankesicilerin doğal av ortamı olurmuş. Hatta avanak gördükleri ama cebi dolu biri eğer gösteriyi izlemiyorsa, ona yaklaşıp "baba, cambaza bak bee..Ulan nasıl yürüyor herif o ipte?" diye gaz verip, dikkatini oraya çekiyor, ardından cebini bir güzel boşaltıyorlarmış. 

Son bir kaç aydır, havuz medyası ve bağlantılı yerlerde bir cambaza bak taktiği almış başını gidiyor. Aslında uzun yıllardır var bu ama bazen çok daha belirgin hale geliyor.
Neymiş efendim, cemaat mensupları bilmem nerelerde lüks içinde yaşıyorlarmış.Yılların iş adamının mallarına çökmüşsün kaçırdığı bir kaç kuruş ile x-ülkesinde bir pasta&kafe açmış.. Bu senin ülkende "lüks restorana bak" diye haber olmuş.
70 yıllık Holding'e çökmüşsün. Eski sahibi yurt dışındaki bir kısım varlığıyla bir kaç yaşında bir Mercedes'e binmiş. Bu senin ülkende "vay lüks içinde yaşıyorlar" olmuş. Ama aynı ülkede Diyanet işleri başkanına zırhlı Mercedes tahsis edilmiş, bakanlar ve hatta belediye başkanlarına kadar ülke makam aracı Mercedesler'den geçilmez hale gelmiş. Ama vatandaş bunları dert etmiyor.

Aynı haberlerde kimi isimler var ki 6-7 villa; milyon dolarlık varlıklar atfediliyor, teyidi yok, delili yok.. Yalan bunları haber yapanların karakteri olmuş, birisi bir gram dahi şüphelenmiyor.
Ama diğer taraftan ülkede yolsuzluk almış başını gitmiş, rüşvetin dönmediği kamu ihalesi kalmamış. Bir yılda %100 devalüasyon olmuş, insanlar %100 fakirlemiş, ülke iflasın eşiğine gelmiş.. Bunu dert edeceğinine bir dedikodunun peşine takılmışsın.

Bırak ABD'dekileri ABD, Almanya'dakileri Almanya düşünsün.. Merak etme, oradakiler bir cent bile yasa dışı kazanca izin vermiyor. Senin ülken gibi değil oralar. Endişelenme.. Helalinden kazansın insanlar bırak... 

Bir şairimiz yazmış ya: 
"Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler,
Vatandaş soyulurken aldırmıyor öküzler!
Hayadan eser yoktur nafile bütün sözler,
Beyhude inat etme hemen salla başını,
Dilini tut, uslu dur, zıkkımlan maaşını."

Al sana Türkiye ve Türk insanının ahlak tomografisi..

25 Eylül 2017 Pazartesi

REFERANDUM DEMİŞKEN...

Gece geç vakitler.... evde ekmek kalmamış.. Kahvaltıdan önce ekmeğe gitmek yerine, hem günlük yürüyüşümü yapayım hem de ertesi günün ekmeğini tedarik edeyim diye evden çıktım.
Fırın 10-15 dakika uzakta.. Saat gece 10-11 civarı..
Bir miktar yürüdükten sonra 'acaba açık mı' diye uzaktan fırına baktım. Kapısı kapalı, ışıkları sönük...
"Eyvah bu kadar yolu boşuna mı geldim" diye kendi kendime yakınırken, pencerenin açık olduğunu fark ettim..  'Belki içeride birileri vardır' diye tekrar fırına doğru yöneldim.

Fırına ulaştığımda içeriye şöyle bir göz attım. Herhangi bir hareketlilik yoktu. Gelen yok, giden yok..
Ekmekler ise 4'erli ve 8'erli sayılar halinde paketlenmiş ve pencerenin önüne istif edilmiş.
'Ne yapmalıyım' diye düşünürken bitişikteki telefoncu imdadıma yetişti. Bana "onlar gittiler, ekmeğini al git" anlamında bir şeyler söyledi.
Şaşırdım. İsteyen istediği kadar ekmeği ücretini ödemeden alabilirdi. Sonra ekmeklerin yanına konulmuş  500'lük ve 1000'lik banknotları fark ettim.  Anlaşılan insanlar ekmeği pencereden alıyor, bedelini ise pencerenin önüne bırakıyorlardı. Ben de aynısını yaptım.. Ekmeğimi aldım ve bedelini bıraktım.

Sonraki günlerde de pek çok kez geç vakitlerde aynı fırının önünden geçtim.. Manzara farklı değildi.. Açık pencerenin önünde paketlenmiş ekmekler ve onların yanına bırakılmış banknotlar....
Dahasını söyleyeyim.
Bu bahsettiğim yerde bakkalınız yada mağazanız varsa bir işiniz çıktığında yada bir ihtiyacınızı gidermek için iş yerinizi terk etmek zorunda kaldığınızda kapıyı kapatmıyorsunuz.. İş yerinin girişine bir sandalye, bir tabure, uzunca bir sopa yada bir bez parçası geriyorsunuz.  Bu 'iş yeri sahibi içeride değil' anlamına geliyor. Kimse de fırsattan istifade içeri girip bir şeyler aşırmak yada kasadan para götürmek derdine düşmüyor.
Burası neresi mi?
Irak'ın kuzeyinde, Irak Kürdistan'ında bir şehir.. Süleymaniye...  

12 Temmuz 2015 Pazar

YEŞİL YOL PROJESİ ÜZERİNE


Son günlerde tartışılan "yeşil yol projesi" bu..

Yani yapılacak yollar bölgede yaşayanların yaylalarına ulaşımını kolaylaştırmayacak..

Sanırım godamanlar yaylalara büyük oteller, eğlence ve kayak merkezleri planlıyorlar.

Tabi bu kadar büyük yatırımın olduğu bölgelere paralı diğer godamanların hızlı bir şekilde ulaşması için böyle bir yol gerekiyor.Yani turistler bölge halkıyla temas etmeden direkt tatil yerlerine geçebilecekler.

Nasıl olsa yaylalar mera alanı.... canlarının istediği sermaye sahiplerine peşkeş çekebilirler.

Bölge halkının menfaatleri düşünülüyorsa, mevcut yollar ıslah edilsin..o yollardan hem turistler hem de bölge halkı faydalansın..

Zaten yeni yaptığımız yollarla tabiatı nasıl harap ettiğimiz ortada..

Büyük sermayenin değil bölge halkının menfaatleri öncelenene kadar..

Tabi güzelliklerinden faydalanırken birinci önceliğimizin onu koruyup kollamak olana kadar..

Bölgenin sosyal, kültürel ve doğal yapısının korunacağına dair güçlü kanaat getirene kadar böyle bir projeye EVET DEMEMELİYİZ.

10 Temmuz 2015 Cuma

DOĞU TÜRKİSTAN PROTESTOLARI ÜZERİNE

Doğu Türkistan ile ilgili elbette kaygılanmamız gerekir ama yürütülen kampanyada ileriye dönük amaçlanan şeyler var. Bunu ilk günlerden beri yazıyorum.

4-5 yıldır PKK/KCK ile yürütülen barış sürecinde bilinçli olarak pasifize edilen milliyetçi duygular tekrar uyandırılmak için ciddi adımlar atılıyor. Doğu Türkistan kampanyası bu yüzden hala devam ettiriliyor. Halbuki her sene olan şeylerden daha çok şey olmadı orada.. Hatta bir hafta önce olan 6,5 şiddetinde deprem ve bu depremden zarar görenler bile konuşulmuyor. Peki bu niçin isteniyor?
http://www.thenewstribe.com/2015/07/03/six-dead-as-earthquake-hits-chinas-rular-part/


Ayrıca Devlet Bahçeli şimdiye kadar sokağa çıkmak isteyen ülkücüleri en kabul edilemez şeylerde bile sükunete çağırırdı.

Ama son olaylardan sonra ilginç bir açıklaması var. "Hepsi çekik gözlü.. birbirlerinden nasıl ayırsınlar?" Yani sokağa çıkmayın demedi, devam edin demek istedi.

http://www.radikal.com.tr/turkiye/devlet_bahceli_koreli_ile_cinliyi_nasil_ayirt_edeceksin-1393115

Burada 2 temel hedef seziyorum.

1) Muhtemelen MHP yeni kurulacak hükumetin bir ayağı olacak. MHP+AKP yada MHP+CHP.. Yani belirleyici olan MHP olacaktır. Bu yüzden MHP'nin atacağı bazı adımlara (buna çözüm süreci dahil) koşulsuz ve güçlü destek verecek kamuoyu gerekiyor. Kanaatimce bu kamuoyu oluşturuluyor.

2) 2018 yılı itibarıyla Çin askeri güç olarak ABD'yi geçecek.. Bu yüzden 2018 öncesi önce ekonomik arkasından askeri kapışma öngörülüyor. Çin+Rusya blokunun karşısında ABD+Avrupa bloğu var.

Bu bağlamda Erdoğan'ın çok öncelerden Çin Rusya blokuna doğru hamleler yaptığı gözden kaçmıyor. Onun hayal ettiği Türkiye, Rusya gibi Çin gibi yönetilen bir ülke...Bunu da büyük oranda başarmıştı. Ta ki 7 haziran seçimlerine kadar. Ama Erdoğan'ın hayallerini hala orası süslüyor. Çünkü kurduğu oligarşinin demokratik bir hukuk devletinden mevcudiyetini devam ettirme şansı yok
.
Dolayısıyla Doğu Türkistan kampanyasının ikinci ayağı Türkiye'yi Çin+Rusya bloğundan uzaklaştırma amacını taşıyor. 

http://t24.com.tr/haber/erdogan-basinda-yer-alan-cin-haberlerinin-buyuk-bir-kismi-yalan-ya-da-istismar,302399

28 Ekim 2014 Salı

AHAN DA VALİDEBAĞ'INDA OLAN BİTENİ YAZIYORUM

Validebağ korusu Acıbadem Mahallesinde, Üsküdar belediyesi sınırları içinden bir yeşil alan.. Son günlerde koruya yapılmak istenen cami ile gündeme geldi.
Medyaya yansıdığı kadarıyla mahallelinin oraya cami yapılsı için bir talebi yok.. Ayrıca cami yapılmak istenen noktaya 200 m'den başlayarak 500 m uzaklığa kadar bir kaç cami var. Ama Üsküdar Belediyesi oraya ısrarla cami yapacağını söylüyor.


Cami yapılması düşünülen alan ise Validebağ korosu içerisinde değil..Mahallelinin araçlarını parkettiği ama koruya sınır bir metruk alan..



Anlaşılan mesele ne koru, ne de Cami.. Peki sorun ne?
Biz hep bir yerleri işaret eden parmağa bakarız. Tartışmanın tarafları da o parmağa bakmamızı ister zaten..
Ama aslolan parmağın nereyi işaret ettiğinin fark edilmesidir.
Bu tür el koyma işlemleri 30 Mattan bu yana tüm ülke sathında yapılıyor. Bahçesinden yol geçirilen cemaat okullarını hatırladınız mı? Evet hatırladınız.. Bunun cemaat-AKP mücadelesinin safhalarından ibaret olduğu düşünüldü ama değildi. AKP kendisine oy vermeyen cemaati hatta cemaatleri cezalandırıyordu. 


Ama iş orada kalmadı.. Peki Zeytinburnu Belediyesi tarafından duvarları yıkılmak istenen Tercüman sitelerini hatırladınız mı? Onlarca yıllık duvarlar neden yıkılmaya çalışıldı? Cevabı 2014 yılında yapılan seçimlerin sonuçları olmasın!..

Bir de Validebağ korusunun içinde bulunduğu Acıbadem mahallesindeki cumhurbaşkanlığı seçim sonucuna bakalım!..


Elbette o metruk alana el koymanın en kazançlı tarafı cami yapılacağını deklare etmek olacaktı... Oldu da.. AKP bir kez daha dini bütün parti oldu. CHP de cami düşmanı yaftasını bir kere daha yedi..

Şimdi soruyorum, rakibinizin yapmak istediğini anlamaz ve ondan daha stratejik düşünemezseniz, onu nasıl yeneceksiniz?

30 Eylül 2014 Salı

HAKİKATEN, KİMSE YOK MU?





“Fakat unutmayın ki ne onların (kurbanlarınızın) etleri, ne de kanları asla Allah’a ulaşacak değildir. Lâkin Ona ulaşan tek şey, kalplerinizde beslediğiniz takvâdır, Allah saygısıdır.” (HACC SURESİ/37. AYET)

2012-KURBAN BAYRAMINDA KURBAN ETİ DAĞITIRKEN BİZZAT ŞAHİT OLDUĞUM BİR OLAYDIR.

Beş-altı katlı bir binanın önündeyim. Sağ elimde yardım kolisi ve sol elimde iletişim bilgilerinin yazılı olduğu dosya var. 7, 8, 9 ve 10 numaralı binaları buldum ama 7/A’yı bir türlü bulamıyorum. ‘Olsa olsa, 7 numaranın yakınında bir yerdedir’ diye düşünerek, 7 numaralı binadan rastgele bir zile bastım. İkinci kattaki dairenin penceresinden bir genç kız başını uzattı. Anlaşılan onların ziline basmışım. “ Kim o?” diye seslendi genç kız…

Yardım yapacağım kişinin ismini söyleyerek, “affedersiniz, bu şahıs burada mı oturuyor”, diye sordum. Bir miktar düşündü genç kız. Ardından “bu binada öyle birisi yok” dedi. “Emin misiniz” diye sordum. “Ben; kimse yok mu gönüllüsüyüm. Onlara kurban eti teslim edeceğim.” Bu sırada pencereye birisi daha geldi. Onunla kısa bir görüşme yaptıktan sonra, kendinden emin bir şekilde “hayır, burada böyle birisi yok “dedi. Bu arada ben bakışlarımla sağı solu taramaya devam ediyordum.

Binanın giriş kapısının yanındaki pencerede bir kımıltı hissettim. Bir insan siluetinin pencereye ulaşmaya çalıştığını fark ettim. Bir hayli zaman sonra tül aralandı. Saçına ak düşmüş, 50’li yaşlarda bir kadın pencereyi açtı. İhtiyaç sahibinin ismini bir de ona sordum. “Evet, burada yaşıyor” dedi. “ benim eşim olur.”

Gayr-i ihtiyari başımı yukarıdaki genç kıza çevirdim. Mahcup olmuştu. “Haberim yoktu” dedi bana. Doğrusu sarsılmadım değil… Aynı binada oturduğumuz hem de ihtiyaç sahibi bir insanı bilmez ve tanımaz hale mi gelmiştik?
Kapının açılması için beklemeye başladım. Otomatik de yoktu herhalde. Kapıyı açmaya gelen kadın yürüme güçlüğü çekiyordu. Çok dikkatle bakamadım ama sanırım sol ayağını sürüyerek yürüyordu. Ana giriş kapısına kadar geldi ve kapıyı açtı. Kendimi tanıttım. “Hoş geldiniz. Buyurun içeri gelin“ dedi. Kolileri genellikle kapıdan teslim ediyordum ama açık duran kapıdan içeri baktıktan sonra, onunla biraz dertleşmeyi ve hakkında biraz daha bilgi sahibi olmayı arzu etmiştim.

Duvarlarına kasavet sinmiş tek odalı bir hanede yaşıyordu. Odanın birer duvarının önüne karşılıklı iki çekyat konulmuştu. Birisinin üzerinde bir battaniye vardı. Sanırım hem orada yatıyor hem de yakacak bir şeyi olmadığı için battaniye ile ısınıyordu. Diğer kanepeye de ben oturdum. Kapı girişinin hemen solunda küçük bir bölme tuvalet olarak düzenlenmişti. Herhalde banyo olarak da orayı kullanıyorlardı. Onun yanındaki diğer bölmeye de mutfak malzemeleri konulmuştu. Eşyalar pek eskiydi.

Bayramını kutladım önce… Ardından sohbete başladık. Bel fıtığı ameliyatı olmuş. “Ameliyat başarılı geçmedi, sakat kaldım” dedi. Dili değil acıyla derinleşen yüzünün çizgileri konuşuyordu adeta. Eşi ile birlikte bu tek odalı barınakta yaşıyorlarmış. “Çoluk çocuk yok mu”, diye sordum. “Allah vermedi” dedi. Daha dağıtacağım paketler vardı ama bir türlü kalkıp gidemiyordum.
Bu arada dışarıdan bir anahtarla kapı açıldı. İçeriye saçları dökülmüş sıska bir adam girdi. Beni görünce gülümsedi hafiften… Acı ile yoğrulmuş bir gülümseme… “Bekliyorduk sizi” dedi…

“Bekliyorlarmış demek” diye geçirdim aklımdan… Yaptığımız bu iş bir yıl beklenecek kadar kıymetliymiş oysa. Ve “bekleniyor olmak”, “birileri için umut olmak” ne kadar tatlı ama tatlı olduğu kadar da ağırmış. Kırk yıllık dostlar gibi kucaklaştık. Bir çanağın içinde şeker ve çikolata ikram edildi. Reddedebilir miydim hiç?

Şoförmüş.. Okul servisine çıkıyor, ücretli şoförlük yapıyormuş… “Bizim iş sekiz aylık, yazı boş geçiyoruz” dedi. “Yazın başka işte çalışabilir belki” diye aklımdan geçirirken, malul olan eşi aklıma geldi hemen. Bir erkek için evin bütün işlerini yapmak zorunda kalmak ne kadar zordu kim bilir…

“Allah razı olsun. Her yıl bizi düşünüyorlar” dedi kadının kocası… “ve gönderdikleri etler de lop et” dedi, “içinde bir tane bile kemik olmuyor” Teşekkürlerini iletmemi söyledi bana… “ Başüstüne” deyip, müsaade istedim. Birkaç dakikada nasıl da kaynaşıyormuş insan, Allah’ın rahmeti tecelli edince. Onları kendi hayat serüveniyle baş başa bırakarak ayrılmak zorundaydım oradan. Çünkü başka çaresizlerin, kimsesizlerin, diğer gariplerin hanelerine doğru yola devam etmeliydim.

Girdiğim o kapıdan, girdiğim gibi çıkamadım… Bir miktar şefkat, bir miktar diğerkâmlık ve bir miktar daha insanlık bulaştı elbiseme. Rabbime şükürler olsun ki, girdiğim o kapıdan girdiğim gibi çıkmadım…

12 Eylül 2014 Cuma

SÜBYANCILIK MI, GELENEK Mİ?

"Kadınlarınızdan âdetten kesilenlerin iddetinde tereddüt ederseniz, onların iddet süreleri üç aydır. Henüz âdet görmeyenlerin de süreleri böyledir. Hamile olan kadınların iddetleri, çocuklarını doğurdukları vakit biter. Kim Allah’ı sayıp O’ na karşı gelmekten korunursa, Allah onun işinde bir kolaylık verir." (TALAK SURESİ/4.AYET)

PEYGAMBERİMİZ;
571 yılında doğdu.
596 yılında Hz. Hatice ile evlendi.
İkinci çocuğu Hz. Zeynep 601’de doğdu.
611 yılında ilk vahiy geldi...

Hz. Zeynep, babasına peygamberlik gelince annesi Hz. Hatice ile birlikte İslamiyet'i kabul etmişti, ama kocası Ebü'l-As ise o dönemde iman etmemiş; ancak Müslüman olan hanımı ile beraber yaşamaktan da vazgeçmemişti. Bu şekilde evlilikleri Bedir savaşına kadar devam etmiştir.
Yani Hz. Zeynep vahiy geldiğinde 10 yaşındaydı ve evliydi..

Peygamberimizin kızı Rukiyenin, efendimiz (604 yılı) 33 yaşındayken dünyaya geldiği kaydedilir. Rukiye, Ebu Leheb'in oğlu Utbe ile diğer kızı Ümmü Gülsüm de Ebu Leheb'in diğer oğlu Uteybe ile nikahlandı.

Hemen bütün güvenilir kaynaklar, Hz. Peygamber'in bu iki kızının Ebu Leheb'in oğullarıyla zifafa girmedikleri konusunda müttefiktirler. Demek ki, zifaf için  beklenen ve belirlenen bir ölçüt vardı. Yani o devirde evlenir evlenmez zifaf olunmuyordu.

Ebu Leheb ve hanımı, kendilerinin İslam'a karşı tutumlarını yeren Tebbet Suresi'nin nazil olması ve aynı zamanda Rukiye ve Ümmü Gülsüm'ün İslam'ı kabul etmeleri üzerine, oğullarını Hz. Peygamber'in kızlarından ayrılmaya zorladılar. Neticede her ikisi de ayrıldı.

O devirde erken yaşta evlendirme bugün bize ters olsa da bir gelenekti. Nedenini Kureyş'in sosyal ilişkilerinde aramak lazım!.  Evliliklerle kabileler arasında akrabalık bağları kuruluyordu. Akrabalık bağının ne kadar önemli olduğunu Haşimoğulları'nın ve özellikle Ebu Talib'in inanmamasına rağmen efendimizi nasıl koruduğuna bakarak anlayabiliriz.
Ayrıca o devirde insanların ruhsal ve fiziksel olarak ne kadar hızlı ve yavaş geliştiklerini de bilmiyoruz. 14-15 yaşlarında devlet idaresine talip olan Şehzadeler çok uzağımızda değil!...

Elbette Kur’an-ı Kerim ilk olarak o devrin insanlarına konuşacaktı. Dolayısıyla o ayette bahsedilen şey sübyancılık ya da pedofili gibi bir sapıklık değil, bize göre farklı bir evlenme geleneği hakkında o günün insanlarına yapılan ikazlardır.

Kur'an bazı şeyleri teşvik etmediği gibi, reddetmez de!.. İnsanın aklına kapı açar!.. Kölelik gibi bu konu da onlardan birisidir.