13 Kasım 2012 Salı

BİR %50 ANALİZİ DAHA...

Bir zamanlar Erol Simavi'nin Turgut Özal'ı;
"Medya Dünya'da 4. güçtür ama Türkiye'de 1. güçtür"
diye tehdit ettiği dilden dile dolanırdı. Ne kadar da doğru söylemiş. Ama medyaya bu gücü veren şey, çok çabuk manipüle edilen bir millet olmamız belki de...
Milliyetçi Fikriyat isimli bir Facebook sayfası aşağıdaki montajlı fotoğrafı yayınlamış.
Bu manşetin ne kadar doğru olduğuna bakmadan "ben bu işin yalanına cübbemi veririm" dercesine 900 kişi paylaşmış... ve 30'a yakın yorum yapılmış...Enteresan olan ise bu 30 kişiden sadece 15 tanesi bunun montaj olduğunu anlamış. Diğerleri balıklama atlamışlar.Zaman gazetesinin 7 Kasım günü birinci sayfası ise şöyle:
  

Bir de bunlar, "Aziz Nesin şöyle dedi" deyip gerine gerine anlatmazlar mı?

14 Mayıs 2012 Pazartesi

BUMERANG ETKİSİ


Futbol federasyonu ve ilgili kurumlar şike soruşturmasında değişik kaygılarla (bu kaygı para, makam, siyasi itibar, ailevi itibar v.s. olabilir ama her birisi bir şekilde güçle ilintilidir) suç ve suçluyu aklama yoluna gittiler.
Eğer sen haklı olan güçlüdür ilkesi yerine güçlü olan haklıdır algısını beslersen, taraftarlar da  güçlü ve dolaylı olarak haklı olduklarını, emek gerektirmeyen ama dikkat çekme etkisi büyük yakıp yıkma eylemleriyle anlatmaya kalkışır.


21 Nisan 2012 Cumartesi

ONURUYLA MINCIKLAMAK

Hikmet Çetinkaya ile ilk olarak 1995’li yıllarda “Yamanlar Kolejinin kütüphanesine okul idaresinin geceleri minare dikip içinde öğrencilere namaz kıldırdığını yazdığı” bir yazısıyla tanıştım. 1997 yılında yurt dışına çıktıktan sonra da başka haber sitelerinden onun yazılarını takip etmeye devam ettim. O yıllarda iflah olmaz bir hizmet düşmanıydı. Öyle ki yurt dışında öğretmenlik yapan Türklerin yeşil pasaporta sahip ABD vatandaşları olduğunu iddia ettiği o yıllarda bile, o öğretmenlerden birisi olarak, yazdıklarına bazen güldüm, bazen kızdım.

Ama yazdıklarının benim açımdan bir anlamı vardı. Çünkü bana, bizim dışımızdaki bir insanın gözünde nasıl göründüğümüz hakkında bir fikir veriyordu. Yazdıklarını inceliyor, “bu algı yanılması şu şekilde ve ya bu şekilde giderilebilir” diye fikirler üretiyordum.

Onun hizmetin hareket alanında tenkit etmediği bir faaliyet kalmadı, sanırım. Sürekli mıncıkladı ve mıncıklıyor. Ve nedense hala yanmadı. Sadece yazdığı bir kaç yazıdan dolayı tazminat ödemek zorunda kaldı, o kadar.

 Sanırım o temiz kalabildi, kimsenin tetikçiliğini yapmadı ve derin projelerin adamı da olmadı.

Ama son zamanlarda ilginç şeyler oluyor. Kirlerinden dolayı yanmakta olanlar ya da yanacağını düşünenler, "dokunan yanıyor" korunma kalkanına sığınarak kendi kir ve paslarını teşhir eden bu cesur kitleyi etkisiz kılmayı hedefliyorlar.
----------------------------------
....Onlar aynı zamanda içinde yaşadıkları topluma karşı tam bir sorumluluk örneğidirler. Bu sorumluluğu gerçekleştirmek için Allah'ın kendilerine bahşettiği her şeyi, hem de gözlerini kırpmadan feda ederler.. hiçbir şeyden korkup çekinmedikleri gibi, O'ndan gayrı hiçbir şeye de gönül kaptırmazlar.. 
M. Fethullah Gülen (Yaşatma İdeali)
-------------------------------------

8 Nisan 2012 Pazar

ELEŞTİR-EL



"Bu ülkede eleştirel düşünce yok" diyordu, bir gazeteci beyefendi ekranda... Bilmiyor muydu acaba, bu ülkenin kahvehanelerinde devlet kurulup, devlet yıkılır; başbakan ve bakanlara, hatta futbol takımı hocalarına taktikler verilir. Çocuk anne ve babasını, anne babalar çocuklarını, eşler birbirini sürekli eleştirir. Sokakta yürüyenler bile yollara döşenen parke taşlar hakkında keser, biçer. Bu ülke, her zaman, her yerde, her konuda eleştireldir. Sadece ama sadece bir şeyi eleştirmekten kaçar: O şey de kendisidir.

Ha, bu arada dilimizde kendini eleştirmek anlamına gelen "özeleştiri" kelimesi de mevcuttur. Ama ancak bu cümlede ifade edildiği gibi kullanılır: 
"İnsan bir özeleştiri yapar, be kardeşim!"

Eh! Eleştiriyi kendi mecrasına sokmaya çalışırken bile başkasını eleştirmeyi bir yöntem olarak kullanırsan, şikayet ettiğin şeyi  ancak yüceltirsin. 

Kızıldereli'ler bile bu işi daha iyi yapmışlar. Ne dediklerine bir bakalım!
" Komşun hakkında hüküm vermeden önce, iki ay onun mokasenleriyle yürü!
Bu da benim kullandığım yönteme bir özeleştiri olsun. 

20 Mart 2012 Salı

BİR BİBER SANA, BİR BİBER ONA

Kızımın boğazına bakan doktor: "Bademcikleri çok büyük! Burnu da basık. O yüzden çok sık enfeksiyon kapıyor olabilir" dedi. Ve ekledi: "Bunu ancak iğne tedavisiyle kurutabiliriz." On tane iğne, günde iki tane..
Günlerden Cumartesi.  Gece saat 22:00. Bu çocuklar neden  hasta olmak için hafta sonunu bekler, ve neden gündüz değil de  ateşleri gece çıkar? Hemen nöbetçi eczaneyi bulup iğneleri tedarik ettik. Ve ilkini o gece yaptırdık.
Ertesi gün, yani Pazar günü saat 10.30 da diğerini yaptırmak için yola çıktık. Semiha Şakir Kadın Doğum ve Çocuk Evi bizden beş dakika uzaklıkta. Günlerden Pazar; yol açıktır, mahalle arasından değil ana yoldan gideyim, dedim. Bir kaç yüz metre sonra "bingo!"; yol tıkalı. Sabah sabah hem de Pazar sabahı bu tıkanıklıkta neyin nesi?
Hemen en yakınımdaki ara sokağa daldım. Bir kaç sokak geçtikten sonra Dikilitaş caddesine geldim. Küçük insan grupları yol kenarında toplanmışlar. Mesele anlaşıldı. Boyunlarında renkli kaşkollar, bir kaçının yüzü gözlerine kadar kapalı. Yol verirlerse, ana yola çıkacağım. Kitle psikolojinin aldatıcı cesareti. Yolu bile açmıyorlar. Bir kaç kez kornaya dokundum. Zoraki adımlarla geçebileceğim kadar boşluk aralandı. Gelen otobüsten sonra yola  gireyim diye düşünürken, gözüne kadar yüzü kapalı birisi otobüse bir tekme salladı. Bir belediye otobüsü, bir genç ve bir tekme! Biraz da komik buldum.
Ana yola çıktığımda, bir de ne göreyim! Yol üzerinde ne kadar çöp konteyneri varsa hepsi yolun ortasına çekilmiş ve çöpler yollara saçılmış. Yol kenarındaki demir korkuluklar sökülüp yollara atılmış. Hadi anladım derdiniz polislerle. Ama vatandaşın ulaşım hakkını engelleme yetkisini size kim verdi?
İleride bir polis gurubunu görünce, ara sokaklar daha sakindir, diye düşündüm. Ara sokağa gireceğim yerdeki otobüs durağının camları indirilmiş. İçim acıdı. İnsanların yağmurda ve karda sığınmaları için yapılan duraktan sen ne istersin?
Neyse, usul yavaş hastaneye doğru devam ediyorum. Bu arada eşimle de konuşuyoruz. Ne inkar edeyim, ağzım da biraz bozuldu. "Bu verdikleri zararları o kişilerden tanzim etmek lazım" dedim eşime... "İnan biber gazından daha etkili olur."
Arada bir küçük gruplar karşımıza çıkıyor, ve arkalarında bir kaç polis. Sonunda hastaneye ulaştım. İğneyi yaptırdık. Eve dönerken olay mahallinin uzağından gideyim, dedim. Yolumu ilçenin dışarısına doğru çevirdim. Önümde Şahin marka bir otomobil arkada ben... bir süre sonra Şahin yolun ortasında aniden fren yaptı. Baktım ki otomobilin önünde bir taş yuvarlana yuvarlana geliyor. Taşın geldiği  yöne baktım. 15-20 yaşları arası üç-beş genç taş atmaya devam ediyor. Beş- on metre uzaklarında daha kalabalık bir grup. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk, diye düşündüm. Yolun ortasında kaldık. Kaçacak ara sokakta  yok. Arkadan gelen vasıtalar yolu kapattı. Geri de çıkamıyoruz. Arka da hem hasta hem de özürlü olan kızım. Hani yalnız olsanız taşlar en fazla size isabet eder, ya da otomobilinize zarar verir. Ama koruyup kollamak zorunda olduğunuz birileri varsa olayın rengi değişiyor. Onlara bir zarar gelebileceği endişesi sizin dengenizi bozuyor. Derler ya tavuk yavrusunu korumak için aslana bile saldırır. İçimde bir öfke. Birazdan yanımızda bir  Ford Transit durdu. Üzerinde Çevik kuvvet yazıyor. Ellerinde şu meşhur gazı atan tüfekler. Bir kaç atış yaptılar. Ne yalan söyleyeyim, gazın verdiği ıstıraptan dolayı tepükleyip kaçan o kişileri büyük bir zevkle izledim. Ve ekledim: "Şu biber gazını icat eden adamın elinden öpmek lazım."
Ha birileri bu gazdan zarar görüyormuş, diyorlar ya! Ben de diyorum ki, günlük insani ihtiyaçlarını gidermek isteyen kişi olarak o canavarlaşmış insanların bana zarar vermesini engelliyorsa, elbette kullanılmalı. Bir de diyorlar ki polis orantısız güç kullanıyormuş! Ben bile iki kişinin güvenliğini sağlama kaygısıyla ne kadar kaygılanıp  öfkelendim. Böyle bir kaosun ortasında bir şehrin güvenliğini sağlamakla vazifeli olup, orantılı davranabilecek kişi henüz yaratılmış mıdır bilmiyorum.
Ve şunu düşünmeden de edemiyorum. Günün o saatlerinde daha acil bir vak'adan dolayı hastaneye ulaşmaya çalışıyor olsaydım, acaba ne yapardım?

16 Mart 2012 Cuma

MAHALLENİN KABADAYISI

Okulun kabadayıları yine gelmiş, sorgusuz sualsiz çocuğun topunu almış ve kendi aralarında top çevirmeye başlamışlardı. Bir süre sonra idareden çağrıldılar.
Meraklanmışlardı. Müdür onları hangi nedenle odasına çağırmış olabilirdi? Ama odaya girip haklarındaki suçlama aktarılınca biraz şaşırdılar. Hangi canına susamış onları müdüre şikayet etmiş olabilirdi? Akıllarına hiç bir isim gelmemekteydi. Acaba öğretmenlerden birisi mi müdüre haber vermişti? Yoksa veliler mi şikayetçi olmuştu?
Kabadayılar dokunulmayacaklarına o kadar emindi ki suç aleti olan topu bile yanlarında getirmişlerdi.

Biraz sonra kapı açıldı ve çelimsiz mi çelimsiz bir çocuk içeri girdi. Şikayetini tekrarladı  ve topunu geri aldı.  Şok olmuşlardı. Okulun en sıska çocuğu onları müdüre şikayet etmişti. Bu ne cesaretti! Bu ne cüretti!
Artık yapacak bir şey de yoktu. Ceza kesilmişti. Yaptıklarının yanlış olduğunu onlar da biliyordu ama bu yanlışlığın sıska bir çocuk vesilesiyle ilan edilmesini hazmedemiyorlardı. Kabadayılar müdür odasını terk ederken  dışarıda bekleyen sıska çocuğa fısıldamayı da unutmadılar: "Bekle! Sana haddini bildireceğiz!"
--------------------------------------------------------
Bedir savaşında küfrün babası kabul edilen Ebu Cehil ciddi yaralar almıştır. İbn-i Mesud(r.a) onu bulup son kılıç darbesini indirecekken o üzüntüsünü şu sözlerle ifade eder:
"Bugün bir köle eliyle öldürülmem benim için çok acıdır!..Keşke beni çiftçilerden (Yesrib'lilerden ) başka birisi öldürseydi."
-------------------------------------------------------
Kur'an-ı Kerimde Tevbe suresi 14-15. ayetlerde Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
"Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın, onları rüsvay etsin, onlara karşı size yardım edip zafer yolunu açsın, müminlerin gönüllerini ferahlatsın, kalplerindeki kin ve öfkeyi gidersin. Allah Teâla dilediğine tövbe de nasib eder. Allah alîmdir, hakîmdir."
-------------------------------------------------------
Son zamanlarda gözlemlediğim pek şık olamayan aktüel olaylar bana bu yazıyı kaleme aldırdı. Hangi olaylar olduğunun cevabını da siz bulun!
-------------------------------------------------------

15 Mart 2012 Perşembe

EVRİLİYORUZ, ÇEVRİLİYORUZ...

Son yirmi yılı o yıllarda ağırlık kazanan kavramlarla değerlendireyim dedim...
1990'lı yıllar- enflasyon canavarı, fail-i meçhul cinayetler, çöplük patlaması, yağmur bombası
1993'lü yıllar- "şeriat geliyor", milli görüş, Özal göçtü, Demirel, Çiller-Mesut polemikleri
1995'li yıllar- Alevi-sünni gerilimleri, Gazi olayları
1996'lı yıllar- Aczimendiler, Ali kalkancı, Fadime Şahin, Ordudan ihraçlar
2000'li yıllar- 28 şubat, bin yıllar sürecek irtica tehditi, ekonomik hortumlar, başörtüsü baskısı
2003'li yıllar- Gelenekçiler gitti yenilikçiler geldi, kadrolaşma, irtica
2005'li yıllar- Avrupa birliği uyum yasaları, pkk terörü, gizli ajanda
2007'li yıllar- Son Kale savunması, cumhuriyet mitingleri, ordu göreve çağrıları
2009'lu yıllar- Ergenekon soruşturmaları, sivil vesayat tartışmaları,
2011'li yıllar- rövanşizm, KCK tutuklamaları...

Bakalım bu listeye başka neler ekleyeceğim...

15 Şubat 2012 Çarşamba

İDEAL İNSAN PORTRESİ-2


Şiir - Önden Giden Atlılar - Türkçe... ile merrtt
....Onlar aynı zamanda içinde yaşadıkları topluma karşı tam bir sorumluluk örneğidirler. Bu sorumluluğu gerçekleştirmek için Allah'ın kendilerine bahşettiği her şeyi, hem de gözlerini kırpmadan feda ederler.. hiçbir şeyden korkup çekinmedikleri gibi, O'ndan gayrı hiçbir şeye de gönül kaptırmazlar.. gözlerinde ne mutluluk tutkusu ne de mutsuzluk endişesi vardır. Onlar, insanlığın ebedî mutluluğu kazanması adına gerekirse Cehennem’in alevleri içinde yanmaya bile razıdırlar. Evet, onlar, idealleri uğrunda canlarını, cânânlarını, servetlerini-sâmânlarını, çoluk çocuklarını, bugünlerini ve yarınlarını bir çırpıda feda etmesini bilir ve hakka-hakikate, kılı kırk yararcasına riayetin yanında herzaman tercihlerini yüce mefkûreleri istikametinde kullanırlar. (Yaşatma İdeali)

İDEAL İNSAN PORTRESİ


...Gelecek adına ümit kaynağımız olan bu ideal insanların birinci vasıfları imanları ve o imanlarından kaynaklanan muhabbet duygularıdır. Evet onlar, Allah'ı deli gibi sever ve bu engin sevginin kanatları altında bütün varlığa karşı derin bir alâka duyarlar. Çocukları geleceğin tomurcukları gibi okşar ve koklar.. gençlere yüksek hedefler göstererek onlara ideal insan olmalarını salıklar.. yaşlıları ise en içten bir saygı ve hürmetle onore ederler. (Yaşatma İdeali)

14 Şubat 2012 Salı

AT-(LA)-MA!

Hz. İsa (aleyhisselâm) yüksek bir yerde otururken yanına sokulan şeytan ona, "Madem ecel ve her şey kader-i ilâhî iledir; sen kendini şu yüksek yerden aşağıya at, bakalım ölmeyecek misin?" der. Şeytanın bu sözüne Hz. Mesih şu karşılığı verir: imtihan, Allah'ın hakkıdır. Cenâb-ı Hak kulunu imtihan eder ve: "Sen böyle yaparsan ben de böyle yaparım; göreyim seni, yapabilir misin?" diyebilir; ama kulun hakkı olmadığı gibi haddi ve vazifesi de değildir ki, Rabb'ine karşı tecrübevâri bir tavırla: "Ben bu işi yapayım, Sen de şunu yap; yani ben çalışayım Sen de hidayet et. Seninle şöyle bir pazarlık yapalım." desin.   (Yol Mülahazaları)

13 Şubat 2012 Pazartesi

ALKIŞLARINIZLA YAŞIYORUM(!)

Hubb-u câh, makam arzusu ve şöhret düşkünlüğü demektir ve kalbin üzerine zift çekip, ruhu felç eden kötü hasletlerdendir. Bediüzzaman Hazretleri, gönlüne böyle bir virüs bulaştırmış tali'sizlere şöyle seslenir: "Şöhret, zehirli bala benzer. Eğer o belâya düşersen 'Biz, Allah'tan geldik ve yine O'na döneceğiz'[1] de ve kurtul."  (Yol Mülahazaları)
[1] Bakara sûresi, 2/156.

HADDİ AŞMA! ÇÜNKÜ...

...Haddimizi bilme mevzuunda Cenâb-ı Hakk'ın yapmış olduğu en önemli ihtarlardan biri, "İnsan, atılan bir sudan yaratıldı."[4] âyetidir ki, buna göre o, daima kendi yaratılışına bakmalı ve asla fahre ve gurura girmemelidir. (Yol Mülahazaları)
[4] Târık sûresi, 86/6

MÜMİNCE HAREKET TARZI...

‎...her mü'minin mü'mince davranması çok önemlidir. Değilse kâfirce sıfatların mağlûbu ve dolayısıyla da onların mahkûmu olur. Başka bir ifadeyle, eğer iman, onun içinde mü'min sıfatlarının öne çıkmasına vesile olamamış ve sistemli çalışamama, vahdeti koruyamama, kendi insanına karşı hazımsız davranma, küçük meseleleri büyütme ve onlarla kavga çıkarma gibi kâfirce sıfatlardan uzaklaştıramamışsa, o kendinden beklenen fonksiyonu eda edemiyor demektir ki, bu da, böyle olumsuz şeyleri kambur gibi sırtında taşıyan bir mü'minin muvaffak olmamasını netice verir. (İdeal İnsan, Fikir Atlası)

NASIL BİR MAARİF?

Eskiden medreselerde hakaike, tahlil ve terkibe kapalı "hafız-ı Kur'ân" yetişirdi, günümüzde de okullarda, sadece "hafız-ı kimya", "hafız-ı fizik" vs. yetişmekte. Ezbercilik muhakemenin önünde, zekâ dogmalara bağlı ve dumur yaşamakta, buna karşılık şablonculuk gırla gitmekte... İşte böyle bir ortamda -Einstein ruhlu insanlar olsa bile- hiçbir zaman o ayarda dâhiler yetişmeyeceği açıktır. Çünkü zemin, böylelerinin yetişmesine müsait değildir; kalıplar önceden konmuş ve ona uygun insanlar yetiştiriliyor. Öyle ki o şablonun dışına çıkanlar asi sayılıyor. Bu itibarla, en başta bu yanlışlığın düzeltilmesi gerekmektedir. (İnsan Yetiştirme, Fikir Atlası)