20 Mart 2012 Salı

BİR BİBER SANA, BİR BİBER ONA

Kızımın boğazına bakan doktor: "Bademcikleri çok büyük! Burnu da basık. O yüzden çok sık enfeksiyon kapıyor olabilir" dedi. Ve ekledi: "Bunu ancak iğne tedavisiyle kurutabiliriz." On tane iğne, günde iki tane..
Günlerden Cumartesi.  Gece saat 22:00. Bu çocuklar neden  hasta olmak için hafta sonunu bekler, ve neden gündüz değil de  ateşleri gece çıkar? Hemen nöbetçi eczaneyi bulup iğneleri tedarik ettik. Ve ilkini o gece yaptırdık.
Ertesi gün, yani Pazar günü saat 10.30 da diğerini yaptırmak için yola çıktık. Semiha Şakir Kadın Doğum ve Çocuk Evi bizden beş dakika uzaklıkta. Günlerden Pazar; yol açıktır, mahalle arasından değil ana yoldan gideyim, dedim. Bir kaç yüz metre sonra "bingo!"; yol tıkalı. Sabah sabah hem de Pazar sabahı bu tıkanıklıkta neyin nesi?
Hemen en yakınımdaki ara sokağa daldım. Bir kaç sokak geçtikten sonra Dikilitaş caddesine geldim. Küçük insan grupları yol kenarında toplanmışlar. Mesele anlaşıldı. Boyunlarında renkli kaşkollar, bir kaçının yüzü gözlerine kadar kapalı. Yol verirlerse, ana yola çıkacağım. Kitle psikolojinin aldatıcı cesareti. Yolu bile açmıyorlar. Bir kaç kez kornaya dokundum. Zoraki adımlarla geçebileceğim kadar boşluk aralandı. Gelen otobüsten sonra yola  gireyim diye düşünürken, gözüne kadar yüzü kapalı birisi otobüse bir tekme salladı. Bir belediye otobüsü, bir genç ve bir tekme! Biraz da komik buldum.
Ana yola çıktığımda, bir de ne göreyim! Yol üzerinde ne kadar çöp konteyneri varsa hepsi yolun ortasına çekilmiş ve çöpler yollara saçılmış. Yol kenarındaki demir korkuluklar sökülüp yollara atılmış. Hadi anladım derdiniz polislerle. Ama vatandaşın ulaşım hakkını engelleme yetkisini size kim verdi?
İleride bir polis gurubunu görünce, ara sokaklar daha sakindir, diye düşündüm. Ara sokağa gireceğim yerdeki otobüs durağının camları indirilmiş. İçim acıdı. İnsanların yağmurda ve karda sığınmaları için yapılan duraktan sen ne istersin?
Neyse, usul yavaş hastaneye doğru devam ediyorum. Bu arada eşimle de konuşuyoruz. Ne inkar edeyim, ağzım da biraz bozuldu. "Bu verdikleri zararları o kişilerden tanzim etmek lazım" dedim eşime... "İnan biber gazından daha etkili olur."
Arada bir küçük gruplar karşımıza çıkıyor, ve arkalarında bir kaç polis. Sonunda hastaneye ulaştım. İğneyi yaptırdık. Eve dönerken olay mahallinin uzağından gideyim, dedim. Yolumu ilçenin dışarısına doğru çevirdim. Önümde Şahin marka bir otomobil arkada ben... bir süre sonra Şahin yolun ortasında aniden fren yaptı. Baktım ki otomobilin önünde bir taş yuvarlana yuvarlana geliyor. Taşın geldiği  yöne baktım. 15-20 yaşları arası üç-beş genç taş atmaya devam ediyor. Beş- on metre uzaklarında daha kalabalık bir grup. Yağmurdan kaçarken doluya tutulduk, diye düşündüm. Yolun ortasında kaldık. Kaçacak ara sokakta  yok. Arkadan gelen vasıtalar yolu kapattı. Geri de çıkamıyoruz. Arka da hem hasta hem de özürlü olan kızım. Hani yalnız olsanız taşlar en fazla size isabet eder, ya da otomobilinize zarar verir. Ama koruyup kollamak zorunda olduğunuz birileri varsa olayın rengi değişiyor. Onlara bir zarar gelebileceği endişesi sizin dengenizi bozuyor. Derler ya tavuk yavrusunu korumak için aslana bile saldırır. İçimde bir öfke. Birazdan yanımızda bir  Ford Transit durdu. Üzerinde Çevik kuvvet yazıyor. Ellerinde şu meşhur gazı atan tüfekler. Bir kaç atış yaptılar. Ne yalan söyleyeyim, gazın verdiği ıstıraptan dolayı tepükleyip kaçan o kişileri büyük bir zevkle izledim. Ve ekledim: "Şu biber gazını icat eden adamın elinden öpmek lazım."
Ha birileri bu gazdan zarar görüyormuş, diyorlar ya! Ben de diyorum ki, günlük insani ihtiyaçlarını gidermek isteyen kişi olarak o canavarlaşmış insanların bana zarar vermesini engelliyorsa, elbette kullanılmalı. Bir de diyorlar ki polis orantısız güç kullanıyormuş! Ben bile iki kişinin güvenliğini sağlama kaygısıyla ne kadar kaygılanıp  öfkelendim. Böyle bir kaosun ortasında bir şehrin güvenliğini sağlamakla vazifeli olup, orantılı davranabilecek kişi henüz yaratılmış mıdır bilmiyorum.
Ve şunu düşünmeden de edemiyorum. Günün o saatlerinde daha acil bir vak'adan dolayı hastaneye ulaşmaya çalışıyor olsaydım, acaba ne yapardım?

16 Mart 2012 Cuma

MAHALLENİN KABADAYISI

Okulun kabadayıları yine gelmiş, sorgusuz sualsiz çocuğun topunu almış ve kendi aralarında top çevirmeye başlamışlardı. Bir süre sonra idareden çağrıldılar.
Meraklanmışlardı. Müdür onları hangi nedenle odasına çağırmış olabilirdi? Ama odaya girip haklarındaki suçlama aktarılınca biraz şaşırdılar. Hangi canına susamış onları müdüre şikayet etmiş olabilirdi? Akıllarına hiç bir isim gelmemekteydi. Acaba öğretmenlerden birisi mi müdüre haber vermişti? Yoksa veliler mi şikayetçi olmuştu?
Kabadayılar dokunulmayacaklarına o kadar emindi ki suç aleti olan topu bile yanlarında getirmişlerdi.

Biraz sonra kapı açıldı ve çelimsiz mi çelimsiz bir çocuk içeri girdi. Şikayetini tekrarladı  ve topunu geri aldı.  Şok olmuşlardı. Okulun en sıska çocuğu onları müdüre şikayet etmişti. Bu ne cesaretti! Bu ne cüretti!
Artık yapacak bir şey de yoktu. Ceza kesilmişti. Yaptıklarının yanlış olduğunu onlar da biliyordu ama bu yanlışlığın sıska bir çocuk vesilesiyle ilan edilmesini hazmedemiyorlardı. Kabadayılar müdür odasını terk ederken  dışarıda bekleyen sıska çocuğa fısıldamayı da unutmadılar: "Bekle! Sana haddini bildireceğiz!"
--------------------------------------------------------
Bedir savaşında küfrün babası kabul edilen Ebu Cehil ciddi yaralar almıştır. İbn-i Mesud(r.a) onu bulup son kılıç darbesini indirecekken o üzüntüsünü şu sözlerle ifade eder:
"Bugün bir köle eliyle öldürülmem benim için çok acıdır!..Keşke beni çiftçilerden (Yesrib'lilerden ) başka birisi öldürseydi."
-------------------------------------------------------
Kur'an-ı Kerimde Tevbe suresi 14-15. ayetlerde Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
"Onlarla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onları cezalandırsın, onları rüsvay etsin, onlara karşı size yardım edip zafer yolunu açsın, müminlerin gönüllerini ferahlatsın, kalplerindeki kin ve öfkeyi gidersin. Allah Teâla dilediğine tövbe de nasib eder. Allah alîmdir, hakîmdir."
-------------------------------------------------------
Son zamanlarda gözlemlediğim pek şık olamayan aktüel olaylar bana bu yazıyı kaleme aldırdı. Hangi olaylar olduğunun cevabını da siz bulun!
-------------------------------------------------------

15 Mart 2012 Perşembe

EVRİLİYORUZ, ÇEVRİLİYORUZ...

Son yirmi yılı o yıllarda ağırlık kazanan kavramlarla değerlendireyim dedim...
1990'lı yıllar- enflasyon canavarı, fail-i meçhul cinayetler, çöplük patlaması, yağmur bombası
1993'lü yıllar- "şeriat geliyor", milli görüş, Özal göçtü, Demirel, Çiller-Mesut polemikleri
1995'li yıllar- Alevi-sünni gerilimleri, Gazi olayları
1996'lı yıllar- Aczimendiler, Ali kalkancı, Fadime Şahin, Ordudan ihraçlar
2000'li yıllar- 28 şubat, bin yıllar sürecek irtica tehditi, ekonomik hortumlar, başörtüsü baskısı
2003'li yıllar- Gelenekçiler gitti yenilikçiler geldi, kadrolaşma, irtica
2005'li yıllar- Avrupa birliği uyum yasaları, pkk terörü, gizli ajanda
2007'li yıllar- Son Kale savunması, cumhuriyet mitingleri, ordu göreve çağrıları
2009'lu yıllar- Ergenekon soruşturmaları, sivil vesayat tartışmaları,
2011'li yıllar- rövanşizm, KCK tutuklamaları...

Bakalım bu listeye başka neler ekleyeceğim...